بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

فَلَمَّا ٱسۡتَيۡـَٔسُواْ مِنۡهُ خَلَصُواْ نَجِيّٗاۖ قَالَ كَبِيرُهُمۡ أَلَمۡ تَعۡلَمُوٓاْ أَنَّ أَبَاكُمۡ قَدۡ أَخَذَ عَلَيۡكُم مَّوۡثِقٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَمِن قَبۡلُ مَا فَرَّطتُمۡ فِي يُوسُفَۖ فَلَنۡ أَبۡرَحَ ٱلۡأَرۡضَ حَتَّىٰ يَأۡذَنَ لِيٓ أَبِيٓ أَوۡ يَحۡكُمَ ٱللَّهُ لِيۖ وَهُوَ خَيۡرُ ٱلۡحَٰكِمِينَ ٨٠

Vaktaki artık ondan ümidlerini kesdiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allah adiyle te'mînat almış olduğunu, daha evvel de Yuusuf hakkında işlediğimiz kusuuru bitmediniz mi? Artık ben, ya babam bana izin verinceye, yahud benim için Allah hükmedinceye kadar, buradan kat'iyyen ayrılmam. O haakimlerin hayırlısıdır».

– Hasan Basri Çantay

ٱرۡجِعُوٓاْ إِلَىٰٓ أَبِيكُمۡ فَقُولُواْ يَٰٓأَبَانَآ إِنَّ ٱبۡنَكَ سَرَقَ وَمَا شَهِدۡنَآ إِلَّا بِمَا عَلِمۡنَا وَمَا كُنَّا لِلۡغَيۡبِ حَٰفِظِينَ ٨١

«Siz dönün, babanıza da deyin ki: — Ey pederimiz, oğlun, inan ki, (zaahiri emre nazaran) hırsızlık etdi. Biz bildiğimizden başkasına şâhidlik yapmadık. Gaybın bekçileri de değildik».

– Hasan Basri Çantay

وَسۡـَٔلِ ٱلۡقَرۡيَةَ ٱلَّتِي كُنَّا فِيهَا وَٱلۡعِيرَ ٱلَّتِيٓ أَقۡبَلۡنَا فِيهَاۖ وَإِنَّا لَصَٰدِقُونَ ٨٢

«(İstersen) içinde bulunduğumuz (ve döndüğümüz) şehir (ya'ni Mısır ahâlisine) de, aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz seksiz şübhesiz doğru söyleyicileriz».

– Hasan Basri Çantay

قَالَ بَلۡ سَوَّلَتۡ لَكُمۡ أَنفُسُكُمۡ أَمۡرٗاۖ فَصَبۡرٞ جَمِيلٌۖ عَسَى ٱللَّهُ أَن يَأۡتِيَنِي بِهِمۡ جَمِيعًاۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡعَلِيمُ ٱلۡحَكِيمُ ٨٣

(Geldiler, aynı sözü söylediler. Bunun üzerine Ya'kub) dedi ki: «Hayır, sizi nefisleriniz aldatıb (böyle büyük) bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Allahın, onların hepsini birden bana getirmesi yakın bir ümiddir. Hakıykat şudur ki: Her şey'i bilen, yegâne hüküm (ve hikmet) saahibi olan Odur».

– Hasan Basri Çantay

وَتَوَلَّىٰ عَنۡهُمۡ وَقَالَ يَٰٓأَسَفَىٰ عَلَىٰ يُوسُفَ وَٱبۡيَضَّتۡ عَيۡنَاهُ مِنَ ٱلۡحُزۡنِ فَهُوَ كَظِيمٞ ٨٤

(Ya'kub) onlardan yüz çevirdi: «Ey Yuusufun üstünde (titreyen) tasam, (gel, şimdi tam senin gelmen zamanıdır)» dedi ve huzn-ü kederinden iki gözüne ak düşdü. (Bununla beraber) o, artık gamını tamamen yutmakda idi.

– Hasan Basri Çantay

قَالُواْ تَٱللَّهِ تَفۡتَؤُاْ تَذۡكُرُ يُوسُفَ حَتَّىٰ تَكُونَ حَرَضًا أَوۡ تَكُونَ مِنَ ٱلۡهَٰلِكِينَ ٨٥

Dediler ki: «Haalâ Yuusufu anıb duruyorsun. Andolsun ki sonunda ya kederinden hastalanıb eriyeceksin, yahud helake uğrayanlardan olacaksın».

– Hasan Basri Çantay

قَالَ إِنَّمَآ أَشۡكُواْ بَثِّي وَحُزۡنِيٓ إِلَى ٱللَّهِ وَأَعۡلَمُ مِنَ ٱللَّهِ مَا لَا تَعۡلَمُونَ ٨٦

(Ya'kub da): «Ben (taşan) kedirimi, mahzunluğumu yalınız Allaha şikâyet ediyorum. Ben Allah tarafından sizin bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyorum» dedi.

– Hasan Basri Çantay

يَٰبَنِيَّ ٱذۡهَبُواْ فَتَحَسَّسُواْ مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا تَاْيۡـَٔسُواْ مِن رَّوۡحِ ٱللَّهِۖ إِنَّهُۥ لَا يَاْيۡـَٔسُ مِن رَّوۡحِ ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡقَوۡمُ ٱلۡكَٰفِرُونَ ٨٧

«Oğullarım, gidin, Yuusufla kardeşinden (bütün duygularınızla) bir haber arayın. Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zîrâ hakıykat şudur ki kâfirler güruhundan başkası Allahın rahmetinden ümidini kesmez».

– Hasan Basri Çantay

فَلَمَّا دَخَلُواْ عَلَيۡهِ قَالُواْ يَٰٓأَيُّهَا ٱلۡعَزِيزُ مَسَّنَا وَأَهۡلَنَا ٱلضُّرُّ وَجِئۡنَا بِبِضَٰعَةٖ مُّزۡجَىٰةٖ فَأَوۡفِ لَنَا ٱلۡكَيۡلَ وَتَصَدَّقۡ عَلَيۡنَآۖ إِنَّ ٱللَّهَ يَجۡزِي ٱلۡمُتَصَدِّقِينَ ٨٨

Bunun üzerine (Ya'kubun oğulları tekrar Mısıra gidib Yuusufun) huzuruna girdikleri zaman dediler ki: «Ey azîz, bizi de, ailemizi de darlık basdı. Pek ehemmiyyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize yine tam ölçek ver. Hakkımızda ayrıca lütufkârlık da et. Zîrâ Allah lûtufkârları mükâfatlandırır».

– Hasan Basri Çantay

قَالَ هَلۡ عَلِمۡتُم مَّا فَعَلۡتُم بِيُوسُفَ وَأَخِيهِ إِذۡ أَنتُمۡ جَٰهِلُونَ ٨٩

(Yuusuf şöyle) dedi: «Siz (henüz) câhil kimseler iken Yuusufa ve kardeşine neler yapdığınız) biliyor musunuz»?.

– Hasan Basri Çantay

قَالُوٓاْ أَءِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُۖ قَالَ أَنَا۠ يُوسُفُ وَهَٰذَآ أَخِيۖ قَدۡ مَنَّ ٱللَّهُ عَلَيۡنَآۖ إِنَّهُۥ مَن يَتَّقِ وَيَصۡبِرۡ فَإِنَّ ٱللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجۡرَ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٩٠

«A, sen, sen, saahi Yuusuf musun?» dediler. O da: «Ben, dedi, Yuusufum. Bu da kardeşim. Allah bize (selâmet ve kerametle) lûtfetdi. Zîrâ hakıykat şudur ki: Kim (Allahdan) korkar, (belâlara) katlanırsa her halde Allah iyi hareket edenlerin mükâfatını zaayi etmez».

– Hasan Basri Çantay

AYARLAR
Okuyucu